20 Ağustos 2016 Cumartesi

Şafaksız Bir Deryaya by Neil Gaiman
Thames pis bir yaratıktır: Londra’nın göbeğinden bir yılan gibi kıvrılarak geçer.
 Tüm nehirler ona akar. Neckinger da, Fleet de, Tyburn de Thames’e akar.
Akarken, her türlü pisliği ve atığı, kedilerle köpeklerin cesetleriyle koyunlar ve domuzların kemiklerini, daha sonra onlarla birlikte doğudaki nehir ağzından Kuzey Denizine ve ötesindeki hiçliğe dökülecek olan Thames’in kahverengi sularının derinliklerine taşır.
Londra’da yağmur var.
Yağmur, pislikleri oluklara akıtıyor.
Dereleri kabartıyor, nehir yapıyor; nehirleri ise çok daha kuvvetli şeyler.
Gürültüyle yağıyor; su sıçrıyor, çatılara çarpıyor, ses çıkarıyor. Gökten yağarken temiz bile olsa, kirlenmesi için tek gereken Londra’ya değmesi, toprağa değip çamur olması.
Suyu kimse içmiyor.
Ne yağmur suyunu, ne de nehir suyunu.
Thames’e giren kişinin anında ölmesi hakkında şakalar yapılır, ama bu doğru değil.
Suya atılan paralar için nehrin derinliklerine dalan, sonra da, nehir suyunu püskürterek, ellerinde bozukluklarıyla yukarı çıkan çamur sıçanları hariç.
 Ölürler tabii, orası öyle, ama bundan dolayı değil.
 Her ne kadar on beş yaşından büyük çamur sıçanı olmasa da.
Kadın, yağmuru umursuyora benzemiyor.
Yıllardır, on yıllardır yaptığı gibi Rotherhithe rıhtımlarında dolaşıyor. Kaç yıldır dolaştığını kimse bilmiyor, çünkü kimse umursamıyor.
Rıhtımlarda dolaşıyor ya da denize bakıyor.
Onlar demir attıkları yerlerde alçalıp yükselirken gemileri inceliyor.
Bedenin ve ruhun birlikteliğinin devamını sağlamak için bir şey yapıyor olmalı, fakat rıhtımdaki kimsenin bunun ne olduğu hakkında hiçbir fikri yok.
Sağanaktan korunmak için yelkencinin tekinin kurduğu bir gölgeliğin altına sığınıyorsun.
İlk başta, kadın heykel gibi hareketsiz durduğu ve yağmurun çektiği perdenin ötesinde bir şey görünmediği halde denize baktığı için orada yalnız olduğunu sanıyorsun. Thames’in öteki kısmı ortadan kaybolmuştu.
Sonra, seni görüyor.
Seni görüp konuşmaya başlıyor. Sana değil, yok, hayır, ama kurşuni semadan kurşuni nehre akan kurşuni suya konuşuyor.
“Oğlum denizci olmak istiyordu.” diyor; sen de ne diyeceğini, nasıl diyeceğini şaşırıyorsun.
Yağmurun çıkardığı gürlemelerin arasında sesini ona duyurmak için bağırman gerekirdi, ama o konuşuyor ve sen dinliyorsun.
Dediklerini anlamak için uzanıp kendini zorladığını fark ediyorsun.
“Oğlum denizci olmak istiyordu.
Ona deryaya gitmemesini söyledim.
 Senin annen benim, dedim. Derya seni benim sevdiğim gibi sevmez, kalpsizdir o.
 Ama o bana, ama anne, dünyayı görmem gerek, dedi.
Ekvatorda güneşin doğuşunu görmem, Buzul semasında Kuzey Işıklarının dansını izlemem gerek ve her şeyden öte, zengin olmam gerek ve zengin olduğum zaman sana döneceğim ve sana bir ev inşa edeceğim ve uşakların olacak ve dans edeceğiz anne, nasıl da dans edeceğiz…”
"’Ne yapayım ben güzel evleri?’ dedim ona. Hayal dolu sözler eden bir aptalsın sen.
Ona babasından bahsettim. Babası deryadan eve dönmemişti.
 Bazıları öldüğünü ve denize düştüğünü söylemişti. Başkaları ise Amsterdam’da bir genelev işlettiğini gördüklerine yemin etmişti.
Her şekilde, durum değişmiyor.
Derya aldı onu benden.”
“On iki yaşına bastığında, evladım evden kaçtı, rıhtıma indi ve bulduğu ilk gemiyle denize açıldı.
Gemi Azorlar’daki Flores’e gidiyormuş. Öyle dediler bana.
Bazı gemiler uğursuzdur. Kötü gemilerdir bunlar. Her felaketten sonra, bu gemileri yeniden boyayıp yeni bir isim verirler, tedbirsizleri kandırmak için.”
“Denizciler batıl inançlara sahiptirler. Bir şeyin dedikodusu çıktı mı duyulur.
Bu gemi, sahipleri öyle emretti diye, sigortacıları kandırmak için kaptanı tarafından batırılmış; sonra da yepizyeni duracak şekilde tamir edildikten sonra korsanlar gemiyi ele geçirmiş. Sonrasındaysa, bir batteniye kargosu alınca tayfası ölüler olan bir veba gemisi olmuş ve gemiyi Harwich’te limana sadece üç adam yaklaştırmış.”
“Oğlum denize açılmak için felaketleri üstüne çeken bir gemi seçmişti.
Parayı, babasının yaptığı gibi, kadınlara ve içkilere harcamayacak kadar genç olduğu için bana yevmiyesini getirdiği eve dönüş yolculuğunda çarptı onlara fırtına.”
“Filikadaki en küçük kişi oydu.
Bana adil bir şekilde kura çektiklerini söylediler, ama ben buna inanmıyorum.
 Oğlum onlardan küçüktü.
Teknede sekiz gün geçirdikten sonra, hepsi de öylesine açtı ki.
Eğer kura çekmişlerse bile, hile yapmışlardır.”
“Kemiklerine kadar kemirdiler oğlumu, her kemiği tertemiz olana dek, sonra da onları yeni anasına, deryaya verdiler. Tek bir damla gözyaşı dökmedi ve tek kelime etmeden kemikleri aldı. Kalpsizdir o.”
“Bazı geceler keşke bana gerçeği söylememiş olsaydı diyorum. Yalan söyleyebilirdi.”
“Oğlumun kemiklerini deryaya verdiler, ama kocamı ve, gerçeği söylemek gerekirse, kocamın sandığından çok daha iyi bir şekilde beni de tanıyan geminin ikinci kaptanı yadigar olarak bir kemik saklamış.
Hepsi de karaya çıkıp bana oğlumun gemiyi batıran fırtınada kaybolduğuna dair yeminler ettiğinde, o geceleyin geldi ve bir zamanlar aramızda olan sevgi adına bana gerçeği söyledi ve kemiği verdi.”
“Ben de ona, ‘Yaptığın şey çok kötü bir şeydi Jack.’ dedim. ‘O yediğin senin kendi oğlundu.’
O gece, derya onu da aldı. Cepleri taşlarla dolu olarak deryaya yürüdü ve yürümeye devam etti.
Yüzmeyi hiç öğrenmemişti.”
“Ben de, gecenin geç vakitlerinde, rüzgar okyanus dalgalarıyla çarpışır ve onları kumlara savururken, rüzgar evlerin etrafında ağlayan bir bebek gibi inlerken ikisini de hatırlamak için kemiği bir zincire yerleştirdim.”
Yağmur azalmaya başlıyor ve sen kadının hikayesinin bittiğini düşünüyorsun, ama şimdi, ilk kez, kadın sana bakıyor ve bir şey söyleyecek gibi duruyor.
Boynundan bir şeyi çekmiş çıkarmış ve şimdi onu sana uzatıyor.
“Bak,” diyor sana. Seninkilerle karşılaşan gözleri, Thames gibi kahverengi. “Dokunmak ister misin?”
Boynundan çekip çıkarmak, çamur sıçanları bulsun ya da kaybolsun diye nehre fırlatmak istiyorsun.
Ama onun yerine gölgeliğin altından çıkıyorsun ve yağmur suyu yüzünden başka birisinin gözyaşları gibi akıp gidiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öldükten Sonra

Diyecekler ki arkamdan Ben öldükten sonra O, yalnız şiir yazardı Ve yağmurlu gecelerde Elleri cebinde gezerdi Yazık diyecek Hatıra defterimi...